31 Yaş – 75 Ülke – Bir Seyyah Hikayesi
Belki de en zor işlerinden birisi insanin kendini tanımlaması, anlatması.
Kısaca kendimi sürekli yeninin ve bilinmeyenin peşinde koşan bir gezgin, bir fotoğrafçı aslında bir hedonist olarak tanımlayabilirim.
Siteye de ismini veren “Hedonizm” kavramından ayrıca bahsetmek lazım. Hedonizm (Hazcılık) ilk olarak Sokrates’in öğrencisi Aristippos tarafından ortaya konan ve çoğumuzun Epikür ile tanıdığı özünde “mutluluğun ve yaşamın temel amacının haz almak olduğu” düşüncesi olan öğretidir. Filozoflar bu hazzı kimi zaman manevi , kimi zaman cinsel, kimi zamanda dinsel haz olarak değişik şekillerde yorumladılar. Halbuki ben bu kavramı çok derin felsefe kaygılar güderek değil, yaşanılan her anın değerli ve geri getirilemez olduğunu, insanın sürekli mutlu olmasını sağlayan hazlar peşinde koşması gerektiğini hissederek kullanıyorum.
Charles Baudelaire’ın dedigi gibi “Anlık hazzın yanında, sonsuzluğun lafı mı olur.”
Düşünüyorum da kendimi en mutlu, en özgür ve en güzel hissettiğim anların hepsinde sırt çantam ve fotoğraf makinem yanımdaydı, yeni ülkelerde yeni yerler keşfediyordum. Benim için en büyük haz keşfetmek ve yolda olmak duygusu.
Aslında herşey 2003 yılında lisede okurken fotoğraf sanatı ile tanışmamla başladı. Fotoğraf çekerken gezmek, yürümek, ara sokaklara girmek, keşfetmek, farklı açılarla bakmak, yeni insanlarla tanışmak, yeni tatlar denemek ve sonuç olarak ilgi alanınızı genişletmek durumdasınız. Internetten aldığım o basit fotoğraf makinesi ile başlayan yolculuk daha 27 yaşındayken bana, Dünyanın 57 ülkesine ayak basma fırsatını sağladı.Bu arada sitede gördüğününüz tüm fotoğraflar bana ait.
Ve bu süreçte bir film hayatımdaki herşeyi değiştirdi: Ölü Ozanlar Derneği. Filmde adamın öğrencilere verdiği bir ders, benim de hayatımın en önemli derslerinden biri oldu.
Herkesin kendi “en”ler listesi vardır. Benim en unutamadıklarım:
-Tanzanya’da safari yapmak,
-Peru’da Machu Picchu’da güneşin doğuşunu ve batışını seyretmek,
-Rio de Janerio’da Copacabana sahilinde Dünya Kupasını Cariocalarla birlikte izlemek,
-Buenos Aires’te gerçek milongalarda tango yapan çiftleri izlemek, az da olsa tango yapmak,
-Uruguay’da lokallerle mate içmek,
-Ekvatorda dünyanın tam orta noktasında durmak,
-Havana’nın arka sokaklarında lokal insanlarla püro tüttürmek ve mojito içmek,
-Amazon’da pirana avlamak,
-Tayland’ta fil safarisi yapmak,
-Zanzibar’da Hint Okyanusu’nda yunuslarla birlikte yüzmek,
-Agra’da Taj Mahal’de günbatımını izlemek,
-Varanasi’de ölü yakma törenlerine katılmak,
-İsviçre’de Street Parade festivaline katılmak,
-İspanya-Andalucia’da bol bol tapas yemek,
-Suriye’de Palmyra Antik Kenti sokaklarında dolaşmak,
-Rusya’nın kara kışında -20°C de donma pahasına fotoğraf çekmek,
-Bali’de dalış yapmak,
-Kamboçya’da Angkor Wat’da gündoğumunu izlemek,
-Sırbistan’da inanılmaz derecede lezzetli mutfağı tatmak,
-Lübnan’da hafif, az şerbetli şahane tatlıları ve künefenin hasını yemek,
-Karadağ’da Kotor Kalesinde günbatımını seyretmek,
-Atina’da bir tavernada aynen İstanbul’da Samatya’da olduğun hissini yaşamak,
-Roma’da Travestevere’de hiç tanımadığın insanlarla sabaha kadar sohbet etmek,
Şu anda bu yazıyı okuduğunuz anı bir saniye dahi olsa geri alamıyorsunuz. Hayat böyle işte. Geri alamıyorsunuz, geri gelmiyor… Yapacağınız en güzel şey planlamanızı yapmak, sırt çantanızı kapıp yollara düşmek. Bu arada ihtiyacınız olursa ve aklınıza takılan bir şeyler olursa bana sorabilirsiniz. Çok ciddiyim. Zaman bulduğum anda cevap yazarım.
Hadi bakalım, görüşürüz…